Erzincan 1 Şubesi
376 | | | 21-06-2016
SÖYLEYECEK SÖZÜ OLANLAR VE OLMAYANLAR
Nebi GÜL

Allah insanı yarattı. Önce onu eşrefi mahlûkat yani yaratılanların en şereflisi kıldı. Sonra onu ‘esfele safilin’ yani yaratılanların en aşağısı seviyesine indirdi. Peki, nasıl oluyor da insan en şerefli veya aşağıların en aşağısı oluyor. Burada insanın yaratılış özelliklerine bakmamız lazım, yani kendi özelliklerimize. Aklımız var, düşünebiliyoruz, muhakeme edebiliyoruz, öğrenebiliyoruz, öğretebiliyoruz; duygularımız, hislerimiz, iç dünyamız ve irademiz var. Bu mükemmel özelliklerimizi yaratıcının emirlerine göre kullanırsak eşrefi mahlûkat; şeytan ve dostlarının emrine göre kullanırsak esfele safilin oluruz. Bu itibarla insanlığı iki ana kategoriye ayırabiliriz. Bir, vahyi aklının ve düşüncesinin önüne koyanlar; iki, aklını ve düşüncesini yeterli görenler. Bu iki gurup kesin kırmızıçizgilerle birbirinden ayrılır. Fakat biz bu yazımızda hak ve batılı, doğru ya da yanlışı yazmayacağız. İnsan yaşadığı topluma, aldığı eğitime ve birçok değişik faktöre göre bir inanışa, bir dünya görüşüne sahip olur. Artık bu dünya görüşü o insanın kutsalıdır. Bu görüş dini de, beşeri de, milli de, örfi de olabilir.

İnsanın özelliklerinden biride öğrenme ve öğretme yeteneğidir. Kendi inandığı değerlere diğer insanları inandırmak ikna etmek ister. Bunu yaparken kendisi de başka bir düşünce yapısına inanabilir, ikna olabilir. Zira insan düşünen ve muhakeme edebilen bir varlıktır. İşte bundan dolayı dünyamızda milyonlarca dini olan ve dini olmayan görüş ve düşünce yapısı oluşmuştur. Bir Hindu’nun ineğe,  kobra yılanına,  fareye tapmasından tutun;  bir sosyalistin ‘herkes eşittir’ diye bağırmasına, ateistin ‘yaratıcı yoktur, her şey kendi kendine olmuştur’ düşüncesinden tutun kapitalistin ‘her şey paradır’ demesine, bir Müslüman’ın ‘Allah’tan başka ilah yoktur, peygamberler onun kulu ve Resulleridir; ölümden sonra dirilip yaptıklarımızın ve yapmamız gerekirken yapmadıklarımızın hesabını vereceğiz’ tebliğinden tutun; parçalanmış kemikleri eline alarak ‘bunlar mı tekrar dirilecek’ diye alay eden inkârcıya kadar her türlü düşünceyi,  fikri inanışı bulmak mümkündür. Her düşüncenin az veya çok taraftarı vardır. Taraftarın çokluğu ise o düşüncenin mantığına, bilgi ve belgesine, insan tabiatına aykırı olup olmadığına ve anlatıcısının bilgi beceri ve söyleyecek sözü olup olmadığına bağlıdır.

Dünyamızda ve Türkiye’mizde çalışanların haklarını işverene karşı korumak için kurulan sendikalarda bu fikirsel yapıların içindedir. Biz de EĞİTİM-BİR-SEN in başkanı olarak bu konuyu incelemek ve ele almak istedik. Bunu yaparken objektif olmak adına sendikamızı ve sendikacılığımızı bir kenara koyup hiçbir sendikaya üye olmayan bir kamu çalışanı yerine koyduk kendimizi. Bu kamu çalışanının dünya görüşü gizli kalsın ama bu kamu çalışanı kimliği oturmuş, araştıran, soru soran ve kendisini üye yapmak için gelen sendikacıya dünyayı dar edebilecek kadar bilgili biri olsun. Bu kardeşimizin yanına ayrı ayrı üç sendikacı gelecek, üç büyük konfederasyona bağlı eğitim iş kolundan üç sendikacı. Burada kim yanlış, kim doğru aramayacağız buna siz karar vereceksiniz. Sendikalardan biri sol görüşlü, biri etnik milliyetçiliğe dayalı sağ görüşlü, biri ise muhafazakâr sağ görüşlü (sendika adlarını zikretmeye gerek yok).

Önce sol görüşlü sendikacı geliyor yanımıza. Bakalım doğru ya da yanlış kimin söyleyecek sözü varmış, kimin yokmuş görelim. Buyurun, hoş geldiniz. Hoş bulduk.  Biz ……. sendikasıyız. Sizi de sendikamıza üye yapmak ve aramızda görmek isteriz, dediler. Kendinizi tanıtın bakalım, dedik. Başladılar anlatmaya. “ Biz dünya görüşü olarak sol bir düşünceye sahibiz. Dini ve milli inanışlar bizim için yobazlık ve gericilik demektir. Biz sendika olarak ‘kadın - erkek her bakımdan eşittir’ ilkesine inanan ve çağdaşlığı benimsemiş bir yapıyız. Dini söylemler ve argümanlar bu topluma yakışmıyor ve toplumu kamplara bölüyor. Din yaratıcı ile kul arasında kalmalı, dışarıya asla yansımamalıdır. Çalışanların haklarını nasıl koruduğumuza gelince,  amacımız üzüm yemek değildir. Eğer siyasi irade bizdense ne verirse yeterlidir itiraz edenin kafası ezilmelidir;  siyasi irade bizden değilse o zaman ne verirse versin yeterli değildir. Normalin yüz katını isteriz onu da verse yeterli değildir. Çünkü akşam televizyon haberlerinde geniş yer almak için bankamatikler parçalanmalı, kaldırım taşları sökülmeli, cam çerçeve aşağı inmelidir. Çalışanın hakkını korumak için kimin hakkı gasp edilmiş bizim için önemli değildir.” Dedi. Ona teşekkür edip, güle güle dedik. Doğru veya yanlış, anladık ki bu arkadaşımızın bize söyleyecek sözü, net bir görüşü ve net bir duruşu var.

Sonra muhafazakâr sağ görüşlü sendika geliyor yanımıza. Hoş geldiniz. Hoş bulduk. Onlar da üye olmamızı istiyorlar, aynı soruyu onlara da yöneltiyoruz. Kendinizi tanıtır mısınız? Başladılar anlatmaya. “Biz ……. sendikasıyız. Dünya görüşümüz dini referanslıdır, dinimiz de İslam’dır. Sendikacılığımızı yaparken asla Kur’an-ı Kerim’e muhalif bir şey yapmayız. Her zaman İslam’a göre haktan ve adaletten yana oluruz. Millî ve manevi değerlere bağlı bir yapıyız. Fakat insanların özgürce yaşamalarından, fikirlerini şiddete başvurmadan özgürce dile getirmelerinden yanayız. İnançlarından dolayı kimse baskı görmesin ve toplumdan dışlanmasın isteriz. Çalışanın hakkını korumaya gelince, amacımız üzüm yemektir. Siyasi irade bizden ya da bizden değil fark etmez. Ne çalışan mağdur olsun ne de devletimiz. Ayrıca eylemlerimizde kimsenin malına, canına zeval getirmeyiz ve gelmesini de istemeyiz. Kazanımlarımızı alırken hakkın ve halkın yanında olmaya özen gösteririz.” dediler. Teşekkür ettik ve onları da yolculadık. Anladık ki onların da söyleyecek sözü, net görüşü ve net bir duruşu var.

Sonra etnik kökene dayalı sağ sendika geldi yanımıza, aynı taleple. Biz de aynı soruyla karşılık veriyoruz. Kendinizi tanıtır mısınız? Başladılar anlatmaya diyemiyoruz. Çünkü anlatamadılar. Referansımız ‘İslam’ diyemediler. Dinde ırkçılık haram, dini kabul etmiyoruz diyemediler. Çünkü Müslümanlar. Sol zihniyete ve sendikacılığa karşıyız, diyemediler. Çünkü defalarca birlikte hareket ettiler. 28 Şubat sürecinde beşli çete içinde yer alarak, muhafazakâr insanlara karşı darbecilerle bir oldular. Muhafazakâr sağ sendikayla beraber olduk diyemediler. Çünkü başörtüsü yasağının kalkması için toplanan imzaya, imam hatiplerin orta kısımlarının açılmasına, milli güvenlik derslerinin kaldırılmasına vs. destek olamadıkları gibi engellemeye de çalıştılar. Devekuşu misali ‘yük taşımaya da uçmaya da hayır’ diyorlar.  Söyleyebildikleri tek söz “Hatırımız yok mu?”.  Hatırın batsın be adam. Hatırın var ama davan yok, fikrin yok, çalışanların haklarıyla alakalı tek bir kazanımın yok. Bizi neye davet ediyorsun, diye soruyoruz ısrarla. Irkçılığa mı? Hayır, diyorlar. Dine mi, dinsizliğe mi, sola mı? Hepsine yok, diyorlar. Peki, neye imza atmaya çağırıyorsunuz? Cevap koskoca bir hiç. Anladık ki söyleyecek sözleri yok ve işleri de çok zor.

Karar sizin kardeşlerim bu kamu çalışanı kime üye olsun.

Selam ve dua ile

 

                                                                                                                             Nebi GÜL

Tüm Yazılar
1 15 TEMMUZ ÖĞRETİLERİ
2 SÖYLEYECEK SÖZÜ OLANLAR VE OLMAYANLAR